DOLAR UÇTU!..

İç ve dış düşmanların manipülasyonu ile dolar 7,30 lirayı gördü “!” Yazıyı kaleme aldığım sırada bunun biraz altında seyrediyordu… Yandaş ve havuz medyası bu ani yükselişi, “Ayasofya’nın camiye çevrilmesine!” bağladı. “Kefere”, bizden öç alıyormuş.

Bir de; Türkiye o kadar güçlenmiş ki, yabancıların korkulu rüyası haline gelmiş. O nedenle, dövizle falan oynuyorlarmış, bizi yıkmak için. Burada bir gariplik yok mu? Madem çok güçlendik, madem bir dünya devi olduk o taktirde dolar yükseleceğine düşmesi gerekmez mi?  Ya dünya devi olduğumuzda ya da doların yükselişinde bir yanlışlık var? Ama doların yükseldiğini rahat görüyoruz!..

Tüm bunlara rağmen muhterem ahali halinden çok memnun. Buna, Ayasofya’nın cami olması da memnuniyeti katladı. Öyle ya, ahali için değişen bir şey yok. O, elli liralık benzin almaya devam ediyor.

Biliyorsunuz, birkaç yıl önce (2018), Rahip (Burunson) olayında yine 7 liraya vurmuştu. Tahliye sonrası 6 liralara düşmüştü. Bunun üzerine, Maliye Bakanı Berat Bey, “dolar alanlar, beklentisi olanlar, avucunu yalayacak!” demişti. Tabii, kimin avucunu yaladığı belli olmaya başladı.

Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan, 24 Haziran seçimlerinden 5 gün önce, 19 Haziran’da yaptığı bir konuşmada; "Bu kur filan, bunların hiçbirisi bizim geleceğimizi belirleyen şeyler değil. Bizim geleceğimizi, biz belirleyeceğiz. 24'ünde siz bu kardeşinize yetkiyi verin, ondan sonra bu faizle şunla bunla nasıl uğraşılır göreceksiniz" demişti. Erdoğan’ın seçmenlerden yetki istediği gün, dolar/TL 4.74 seviyesindeydi.

Tayyip Bey, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde; “Bu kardeşinizi seçin, görün ekonomi ve dahi Türkiye nasıl uçuyor!”, türünden vaatlerde bulunuyordu. Türkiye uçtu uçmasına da nasıl uçtuğu ortada!.. Ama bu işi iyi bilen iktisatçılar mesela Ege Cansen, İlhan Kesici, Mahfi Eğilmez, Esfender Korkmaz, İbrahim Kahveci, Mustafa Sönmez vd. bunun tam aksini söylüyordu. “Bu sefer ki kriz, eskilere benzemez”, diyorlardı.

Benzetme de şöyleydi; “Eski krizler ‘V’şeklindeydi, dibe vurdu yükseldi. Şimdi ki ise ‘L’ şeklinde. Haliyle dibe vuracak ama bir üsre devam edecek!”

Biz de bunların çömezi olarak bunları bu sütuna defalarca taşımıştık. Ve şunu sormuştuk; bu iktidar 18 yılda yaklaşık 2,5 trilyon dolarlık kaynak kullandı. Bu, kendilerinden önce ki ve “bir şey yoktu!” dedikleri dönem kullanılan kaynağın 2,5-3 katı. Bu parayı ne yaptılar?”

Bu soruyu muhterem ahali soramadığı ve hala “nasıl olsa ben 50 liralık benzin alıyorum!” demeye devam ettiği sürece, Tayyip Beyin seçilmesine kimse mani olamaz.

Acı olan ne? Biliyor musunuz? Bunu korona sürecinde gördük: Bir toplum düşünün, büyük bir kesiminin geliri/birikimi bırakınız birkaç ayı bir aylık iaşe ve ibatesini karşılayabilecek durumda değil…

Gelinen noktada uçtuğumuz falan yok. Tabii, bunun çok nedeni var. En önemlisi; Tayyip Beyin ifadesi ile “Tulumbada su bitti!”. Bunun için Merkez Bankası, kamu bankaları ve özel bankaların imkanları da “tulumbaya su gelmesine” yeterli olmadı.

Özelin ve kamunun dövize ihtiyacı var. Yani, döviz talebi… Arz, talebin altındaysa, fiyatın yükselmesi basit bir iktisat kaidesi… Bir de buna “güven/hukuk endeksini” ilave edin. Bununla da yetinmeyin; ekonomi yönetiminin liyakatini de unutmayın…

Tüm bunların sonucu, Türkiye, “çifte açık” kıskacına girdi. Evvelce, faiz dışı bütçe fazla verirken yani “mali disiplin” yerindeyken, sadece “cari” yani “döviz” açığı vardı. Şimdi ise buna kamu bütçesi açığı da eklendi. İşte buna, iktisatçılar, “çifte açık” diyorlar, bunun “tehlikesine” dikkat çekiyorlar.

Bu vesile ile şunu da gördük: Ekonominin kendisine has, evrensel kuralları var… Bunlardan birisi de “faiz” gerçeği… Emir ve komuta ile; dinsel referanslarla faizi engelleyemezsiniz.  Nitekim, MB, dayanamadı, dolaylı bir biçimde faizleri yükseltti. Bakalım, Sayın Erdoğan ne diyecek? Öyle ya, onun ekonomi ilmine ters bir durum.

Bizde olduğu gibi, emirle Merkez Bankası’na faizleri düşürtürseniz bu sefer para, “güvensiz ekonomilerde” reel sektöre değil, diğer yatırım araçlarına gider. Mesela, döviz, mesela altın…

Yaşanan hal de bu. Bunun iç ve dış düşmanlarla ilgisi yok. Yabancıların, sistemden çıkması da bunun karinesi olamaz. Zira, oynanan para oyunu. Bunu yani parasının geleceğini, “beş ila on lirayı ayırt edebilen” herkes düşünür.

Yani, “negatif reel faizin” olduğu yerde TL’de kalmak için insanın; “beş ile on lirayı” ayırt edememesi gerekir. Ya da “doların artışı bana göre değil. Zira, dolarım borcum yok. Hem ben hala 50 liralık benzin almaya devam ediyorum!” diyenler için de diyebilecek bir şey yok.

Diğer Makaleler