Hilal SÖNMEZ

“KAMU-ÖZEL, ASKER-SİVİL İŞBİRLİĞİ” İLE TÜRK SAVUNMA SANAYİ’NİN GELECEĞİ

Mustafa Kemal Atatürk, 20 Ağustos 1935’te Milletlerarası İzmir Fuarı’nın açılışına gönderdiği mesajda aşağıdaki cümleleri dile getirmiştir: “Türkiye’nin uyguladığı devletçilik sistemi, 19. yüzyıldan bu yana sosyalizm teorisyenlerinin ileri sürdükleri düşüncelerden alınarak tercüme edilmiş bir sistem değildir. Bu, Türkiye’nin ihtiyaçlarından doğmuş, Türkiye’ye özgü bir sistemdir. Devletçiliğin bizce anlamı şudur: Bireylerin özel girişimlerini ve faaliyetlerini esas tutmak; fakat büyük bir ulusun bütün ihtiyaçlarını ve birçok şeylerin yapılmadığını göz önünde tutarak, ülkenin ekonomisini devletin eline almak. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Türk vatanında yüzyıllardan bu yana bireysel ve özel girişimlerle yapılamamış olan şeyleri bir an önce yapmak istedi ve kısa bir zamanda yapmayı başardı. Bizim izlediğimiz bu yol, görüldüğü gibi liberalizmden başka bir yoldur.”

Atatürk, Cumhuriyetin kuruluşundan vefatına kadar geçen 15 yıllık sürede, Türk sanayisinin temellerini oluşturan 40 büyük tesisi hayata geçirmiş, 6 tesisin ise temellerini atmıştır. Aralarında silah, mühimmat, çimento, kâğıt, uçak, demir çelik, tekstil ve şeker gibi stratejik ürünlerin bulunduğu bu fabrikalar, Atatürk’ün Milletlerarası İzmir Fuarı’na gönderdiği mesajda aktardığı, yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin benimsediği devletçilik ilkesinin ve kamu-özel işbirliğinin hayat bulmuş ilk örnekleridir.

Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın, önceki hafta Kayseri’de yaptığı konuşmada sıklıkla vurguladığı, “kamu-özel, asker-sivil işbirliği” söylemlerini de, ben Atatürk’ün ülkemiz için çizdiği bu ekonomik harita üzerinden okumak istiyorum. Özel girişimin desteklendiği, kamu-özel, asker-sivil ortak işlerin yapıldığı, ancak ülke ekonomisinin ve stratejik bilginin devletin elinde olacağı bir iş modeli ile hepimizin ortak gayesi olan katma değerli,stratejik ürünlerin üretimi ve ihracat başarısı ile taçlandırılmış bir savunma sanayine sahip olabiliriz. Akar, Kayseri’deki sözlerini, bizim okumasını yaptığımız anlamda dile getirdiyse, Türk savunma sanayinin geleceği ve bundan sonraki süreçte atılacak adımlar adına umutlu olmalıyız.

Sakarya Arifiye'de Tank Palet Fabrikası olarak bilinen 1'inci Ana Bakım Fabrika Müdürlüğü’nün işletim hakkı,  Altay Tankı yapımı için 25 yıllığına BMC’ye devredilmişti. Özel sektörün burada verimliliği artırması ve Altay Tankı’nı sahaya çıkarması bekleniyordu. Ancak Fabrika’nın devredilmesinin üzerinden geçen yaklaşık iki yıla rağmen Altay Tankı sahaya inmedi. Türkiye’nin bu süre içinde yaptığı çok sayıda sınır dışı operasyonların hiçbirinde de Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından kullanılamadı. Savunma sanayimiz ve gelecekte gerçekleştirilecek kamu-özel, asker-sivil ortaklı projeler için bize önemli dersler veren Altay Tankı ile Atatürk’ün Türkiye için çizdiği ekonomik modelin ne kadar yerinde olduğunu da görmüş olduk.

Muhakkak ki Atatürk, Türkiye ve Türk sanayisi için çizdiği ekonomik modelde yalnızca maddi anlamda bir takım gerçeklerden bahsetmiyordu. Onuncu yıl marşında geçen, “On yılda on beş milyon genç yarattık her yaştan, demir ağlarla ördük anayurdu dört baştan” sözlerinde olduğu gibi, genç Türkiye’nin sahip olduğu insan kaynağından ve bu insan kaynağı sayesinde örülecek yeni demir ağlardan da bahsediyordu.Altay Tankı konusunda alacağımız birinci ve belki de en önemli ders, sahip olduğumuz insan kaynağını küstürmemek olmalıdır. Sakarya’da bulunan Tank Palet Fabrikası çalışanları, Almanya'dan alındığında 10 milyon dolar maliyeti olan Fırtına Obüsü'nü 4 milyon 200 bin dolara mâl ederek, ülke ekonomisi için mükemmel bir kazanım ortaya koymayı başardılar. Fırtına Obüsü'nü yapanlaraimkân verilseydi, belki de Altay Tankı şimdiye kadar çoktan Türk Silahlı Kuvvetleri’nin envanterine katılmış olacaktı.

Sakarya’daki Tank Palet Fabrikası ve Türkiye’deki diğer tüm askeri fabrikalar, sahip olduklarıbilgi birikimi, tecrübe ve altyapı ile Türkiye’yi savunma sanayinde dünya sahnesinin önemli bir oyuncusu yapabilecek güce sahipler. En önemlisi de, bu fabrikaların altyapısında hem sosyo-kültürel hem de endüstriyel anlamda, dünyanın hiçbir milletinin sahip olamayacağı hikâyeler yatıyor. Akar’ın savunma sanayi projelerine yönelik konuşmasında sıklıkla altını çizdiği “kamu-özel, asker-sivil” işbirliklerinde öncelikle sahip olduğumuz bu hikâyelere sadık kalmamız ve bu fabrikalarda geleneği devam ettiren insan kaynağına da sahip çıkmamız gerekiyor.

Milli Savunma Bakanlığı bünyesinde bulunan Askeri Fabrika ve Tersane İşletme AŞ.’nin (ASFAT) kuruluşunda rol alan Murat Akkaya, daha önce DÜNYA Gazetesi’nde yer verdiğimiz haberde, ASFAT'ın koordinesinde yapılabilecek kamu özel işbirlikleri ile ilgili önemli açıklamalarda bulunmuştu. ASFAT koordinesinde yapılacak işbirlikleri ile Türkiye'nin savunma sanayinde önemli atılımlar yapabileceğini, ayrıca yurtiçinde de rekabet gücünün artması adına yapılacak işbirliklerinde farklı şehirlere ve askeri fabrikalara da görev verilmesi gerektiğini kaydetmişti. Akkaya, Türkiye’nin savunma sanayinde küresel rekabet gücünü geliştirmek için “İş Yükü Paylaşımı - Birlikte Üretim Modeli'nin” kullanması gerektiğini belirtmiş ve yurtdışındaki uygulamalardan başarılı örnekler vererek, Türkiye’de de askeri fabrikaların proje bazlı olarak bu modeli kullanabileceğini ifade etmişti.

Akar’ın Kayseri’de yaptığı konuşmada vurguladığı, “kamu-özel, asker-sivil” işbirliğini, Atatürk’ün de yol haritasını çizdiği modelde uygulayabilmek için, Akkaya’nın bahsettiği “İş Yükü Paylaşımı- Birlikte Üretim Modeli” önemli bir rehber gibi görünüyor.

Umarım Sayın Akar, “kamu-özel, asker-sivil işbirliği” vurgusunda, yıllar sonra, “bugünün değil, yarının adamı” olarak anılmasını sağlayacak hamlelere hazırlanıyordur.

Diğer Makaleler