ABDULLAH GÜL

Yazıyı okuyanların bir kısmının; “Abdullah Bey de çok oluyor artık!” diyeceğini biliyorum. Tabi bunların büyük bir bölümü de geçmişte, “Abdullah Abi, Abdullah Abi!” diye etrafında pervane gibi dönen, hatta sayesinde ömürlerinde göremeyeceği “yönetim kurullarına” giren, “adaylık” için el etek öpenler…

 İnanın yine bunların; Tayyip Bey’in ayağı tapırdadığında; “Tayyip Bey de çok oluyor artık!” diyecekleri de bedahet arz eden bir husus. Bunlar, kemiksizdir, amip gibi her kılığa girerler ve “güce taparlar!”.

Ülkemizin içinde bulunduğu durumu, Karar Gazetesi’nden Taha Akyol’a anlatmış (29.06.2020). Aslında Sayın Gül’ün anlattıkları, şahsen bana yabancı değil. Ama bunun bu ülkede Bakanlık, Başbakanlık, Cumhurbaşkanlığı yapmış birisi tarafından da dillendirilmesi önem arz etmekte.

Gül;  “Ekonomideki göstergeler geriye gidişi gösteriyor. Bu durum kaygı verici” dedi. “Son beş yılda, yaşananlara rağmen, Türkiye’nin ayakta durabilmesinin ardında ilk beş yılda hayata geçirilen yapısal reformların bulunduğunu belirtti. Daha çok şeffaflık, daha çok liyakat” vurgusu yaptı.

"Türkiye, uzun vadeli, analize ve uzmanlığa dayalı bir strateji noksanlığını hissediyor. Ekonomik göstergelerdeki ciddi bozulmalar geriye gidişe işaret ediyor. Bu durum kaygı verici”, diyor.

Abdullah Bey, AK Parti’nin ilk yıllarını anımsatmaya devam ediyor: “İlk AK Parti hükümetlerini kurduğumuzda hazırlıklıydık. Yapısal dönüşümle yatırımcılar için öngörülebilirlik ve şeffaflık oluştu. Yıllık 30 milyar dolardan fazla doğrudan yatırım geldi. Son beş yılda yaşananlara rağmen bugün hâlâ ayakta durabiliyorsak bu ilk beş yılda ekonomideki yapısal dönüşüm sayesinde. O reformlar sayesinde dayanıklı bir ekonomi oluştu.”

***

Bu noktada bir ilave yapmak ihtiyacı hissettim. Şayet bu söylenmezse, resim tamamlanmaz. Unutmasınlar kendilerinden önce 1994 krizi, arkasından 1999 büyük depremi ve 2001 krizi oldu. Ekonomi çökme noktasına geldi. Kemal Derviş davet edildi. Uygulanan acı ekonomik program, mesela; “15 günde 15 yasa” gibi yapısal reform paketleri nedeniyle, ülke düzlüğe çıkmaya başlamıştı. Bun söylemek, gerekir.

Demem o ki; “Kemal Derviş” ile simgelenen “önlemlerin” dışında yeni bir teklif ve uygulamanız ne oldu? Sonuçta; AK Parti, düzelmekte olan bir ekonomiyi kucağında buldu.

***

Neyse… Söyleşiden alıntılara devam edelim: “2002’de siyasetin gösterdiği irade ileriki yıllarda bozulmaya başladı. Vizyon zamanla gitti. Bugün kamu harcamaları şeffaf değil. Bu durum Türkiye’yi öngörülemez ülke haline getiriyor.”

 “Evvela, sürdürülebilir bir kalkınmayla müreffeh bir toplum haline gelmenin uzun vadeli stratejiler ve sağlam, disiplinli iktisadi politikalarla gerçekleşebileceği gerçeği akıldan çıkarılmamalıdır.

(…)Genel bir istikametten ve belirgin bir karakterden yoksun bu tür politikalar sadece bugünün sorunlarının gelecekte daha da büyük ve girift hale gelmesine ve toplumun ödeyeceği faturanın daha büyük olmasına neden olur.

Cumhuriyet dönemi iktisat tarihine baktığımızda, ülkemizin ekonomik olarak en sağlıklı büyüdüğü, büyümenin getirdiği refahın topluma en fazla ve nispeten dengeli yayıldığı dönemlerin beş senelik, önceden duyurulmuş ve herkesçe bilinen, ayrıca tutarlılık arz edip, kararlı bir şekilde uygulanan programlarla gerçekleştiği görülecektir.

Maalesef Türkiye bir süredir uzun vadeli iyi düşünülmüş veriye, analize ve uzmanlığa dayalı bir stratejinin noksanlığını hissetmektedir. Bugün gelinen noktada finansal ve ekonomik göstergelerdeki ciddi bozulmalar bir geriye gidişe işaret etmektedir.  Yılların tasarrufu ile biriktirilen varlıklar ciddi miktarda değer kaybetmektedir. Bu durum kaygı vericidir. 

İlk AK Parti Hükümetlerini kurduğumuzda hazırlıklıydık. Öncelikle demokratik, hukuki ve ekonomik reformlar içeren bir yapısal dönüşümü başlattık. Devletin ekonomik birimlerinin başına çoğu DPT kökenli uzmanlar getirerek, daha önce onlarla beraber hazırladığımız beş yıllık Acil Eylem Planı’nı kararlı bir şekilde uygulamaya koyduk ve bu planı hükümet olarak sonuna kadar sahiplendik.

Bu plan özü itibarıyla aynı zamanda AB Kopenhag ve Maastricht Kriterleri’ni Türkiye’de geçerli hale getirmeyi beraberinde getirecekti. Yapısal dönüşüm sayesinde hem yerli hem yabancı yatırımcılar indinde Türkiye’nin öngörülebilirliğini ve şeffaflığını sağlamış olduk.

Uluslararası kredilendirme kuruluşları Türkiye’yi yatırım yapılabilir ülkeler kategorisine koydular. Kronik sermaye yoksunluğu çeken Türkiye’nin özellikle yabancı yatırımcılar açısından güvenilir bir ülke olması önemliydi. Bunun neticesinde yılda 1 milyar dolarlık doğrudan yabancı yatırım çekemeyen ülkemiz yıllık 30 milyar dolardan fazla doğrudan yatırım almaya başladı. “

Son beş yılda Türkiye içeride bir sürü talihsiz gelişme yaşadı. Üst üste seçimler, komplolar, hain bir darbe teşebbüsü ve anayasa değişikliği ile Türkiye’nin yönetim şekli radikal bir şekilde referandumla değişti. Tüm bunlar Türkiye’yi çok sarstı, siyasi ve ekonomik istikrarı bozdu.”

İlk baştaki vizyon zamanla gitti; akabinde hukuki teminatlar, şahsi mülkiyet ile insan haklarını koruyan güvenceler azaldı. Bugün maalesef kamu harcamaları şeffaf değil. Ekonomik göstergelerin güvenilirliği sorgulanır hale gelmiş. Çeşitli mekanizmalarla denetim dışı tutulan kamu harcamaları Türkiye’yi sadece öngörülemez, itimat edilemez bir ülke haline getiriyor.”

Gördüğüm en büyük tehlike ise borçlanma. (…)Ülkenin bugünkü borçlanması yüksek maliyetlerle gerçekleşiyor. Bu da bahsettiğim bozulmalar nedeniyle Türkiye’nin risk priminin yüksek olmasından kaynaklanıyor.

Bugün Türkiye’nin ciddi döviz ihtiyacı olduğu açık bir gerçek. Türkiye gibi büyük bir ülkenin bu ihtiyacı bulmakta zorlanmayacağı kanaatindeyim. Ama esas soru, bunu hangi maliyetle bulacağı. Dünyada faizlerin sıfıra yakın olduğu bir dönemde Türkiye’nin çok yüksek maliyetle bu ihtiyacını karşılayacak olması üzücü.”

(…)MB’nin bağımsızlığı yasayla tevdi edilmiş bu temel görevini hakkıyla yerine getirebilmesi açısından gerekli olan bir durumdur. Türkiye’nin geçmiş yıllarda bu gerçeği anlayabilmesi için ağır faturalar ödemesi ve 2001 Krizi’ni yaşaması gerekmiştir. (…)Merkez Bankası’nın araç bağımsızlığını özenle korumak gerekir.”

“Kuvvetler ayrılığına dayalı, her türlü vesayetten uzak, güçlü bir parlamenter sistemin Türkiye için daha doğru olduğunu savunurum. Çünkü, ülkemizde ideal demokratik hukuk devleti ancak böyle gerçekleşir. Bu da sürdürülebilir ekonomik kalkınmanın temel zeminidir.”

Diğer Makaleler