BİR TALAS DESTANI HEKİMBAŞININ HASAN (6)

Toroslarda ve Tekir yaylasında birçok kaçak grubu vardır. Bunlarda kendi aralarında zaman zaman mücadele ederler. Bazı gruplar eşkıyalık işine girişirler ve gelen geçen yolcuları soymaya başlarlar. Hatta bazıları yaylaları basıp köylülere zulmetmeye başlamıştır.  Hekimbaşının Hasan’ın bağlı olduğu grup ise, bu tür yanlışlıklarla uğraşmaya ve onları etkisiz hale getirmeye çalışırlar.

Hekimbaşının Hasan ve arkadaşları bir gün, bu şekilde yanlışlık yapan bir eşkıya grubunun kaldığı yaylayı basarlar. Yaylada, bir adamı ağaca bağlanmış ve işkence edilmiş, eli yüz kan içinde görürler. Hemen adamın iplerini çözerler, adam Adana’dan Kayseri’ye giden bir ağır ceza hakimidir. Hakimin üstünü başını düzeltirler, karnını doyururlar ve bir at vererek Kayseri’ye gönderirler.

Hekimbaşının Hasan beş yıl kaldığı Toroslarda, Talas’a ve ailesine olan özlemi ve hasreti had safhaya ulaşmıştır. Yüreğinde yanan sıla hasreti, kendisini her geçen gün “çaya atılmış şeker misali” eritmektedir. Bir gün dönmeye karar verir, al atına biner ve dizginleri Talas’a doğru çeker. 

1900’lü yılların başlarında Talas’a geldiğinde, bir müddet saklanır, sular durulmuş gibi görünür. Hekimbaşının Hasan’da pek Talas’a inmez, bahçesinde çalışır, bu arada çok yakından tanıdığı atlara karşı bir merakı ve sevgisi oluşmuştur. Pınarbaşı ve Uzunyayla civarlarına giderek at alır ve satar. Bu arada ailesi bir yuva kurması ve evlenmesi için çalışmalara başlar. Gösterdikleri kızların hiçbirisini beğenmez.

Hekimbaşının Hasan, bir gün al atına binerek, Mersin Erdemli (Ilamas) Limonlu Yörük Türkmenlerinin yaşadığı Güzeloluk yaylasına gider. Toroslarda kaldığı yıllarda, Güzeloluk yaylasına defalarca gelmiştir ve orada çeşme başında gördüğü bir kızı unutamamıştır. Zeytinyağı işiyle uğraşan Yağcı Ahmet’in kızı olan Raziye (Iraz) Hanımı, babasından ister. Babası vermeyince, Iraz hanımı kaçırarak Talas’a getirir ve onunla evlenir.

Ailesinin desteği ve kontrolü altında yeni bir hayata başlayan Hekimbaşının Hasan’ın Hüsnü (1907), İbrahim (1909), Ülfet (1910) ve Ahmet (1911) isimlerinde üç erkek ve bir kız çocuğu olur. 

Yaşam macerası ve kaderin çizgisi 1912 yılına geldiğinde, Ermeni gençleri arasında, tezvirat yine yükselmeye başlamıştı. Sık sık haber gönderiyorlar, korktuğu için ortaya çıkmadığını eve kapandığını ifade ediyorlar ve bir gün mutlaka geçmişin hesabını soracaklarını söylüyorlardı.  Ermeni gençler arasında kurulan gruplardan bir tanesinde, namı diğer Çakıcı adıyla anılan Ermeni, çok aşırıya giderek pazarda ve kahvelerde Hekimbaşının Hasan’ı gördüğü yerde “yıkacağını ve yaptıklarının hesabını soracağını” söylüyor ve haberde gönderiyordu.

Giderek çirkinleşen bu tezvirat evli- barklı, çoluk-çocuk sahibi  Hekimbaşının Hasanı rahatsız ediyor ve artık eve-barka sığmaz oluyordu. Bu söylenti ve dedikodulardan uzaklaşmak için, at alıp satmak için Pınarbaşı ve Uzunyayla taraflarına gidiyordu. Su damlaya damlaya, öfke birike birike doldururmuş. Yüreği şişen, kafası karışan ve öfkesine hakim olamayıp burnundan solumaya başlayan Hekimbaşının Hasan, bir gün öğle vakti al atına binerek, taş kaplı Karaman bayırından aşağıya doğru inmeye başlar.

Talas’ın sokaklarında, çarşılarında, pazar yerlerinde ve kahvehanelerinde bunlar konuşulurken, Türkler Hekimbaşının Hasan ile Çakıcının karşılaşmasını hiç istemiyorlar. Fakat, Ermeniler mutlaka karşılaşmalılar ve zayıf olan kırılsın istiyorlar. Çünkü, Ermeni Çakıcı 1.85 metre boyunda, iri yarı, hiç ezilmemiş, hiç ağır bir işte çalışmamış, hiç zorluk çekmemiş ve 30 yaşlarında bir insan. Hekimbaşının Hasan ise 1.78 metre boyunda, 34 yaşında, ağır işlerde çalışmak ve çile çekmekten elmacık kemikleri çıkmış, görüntüsü ile 45 yaşlarında bir insanı hatırlatır simamsıyla kara-kuru bir insan. Türkler Hekimbaşının Hasan’ı kaybetmemek ve onun yiğitliği ve cesaretinden istifade etmeye devam etmek için Çakıcı ile karşılaşmasını, bir düello yapmasını “bir zarar görür, bir yiğidimizi kaybederiz” düşüncesiyle istemediklerinden, o ana kadar ellerinden geldiği kadar engellemeye çalışmışlardır.

Karaman bayırının hemen alt tarafında bulunan, Han Caminin kuzeyindeki çarşı ve pazar yerinde ise insanlar kalabalık; asıvata yapanlar, kahvehanelerde oturanlar, canlı ve hareketli bir öğle vakti yaşanıyordu. Bu çarşıda o yıllarda; mağazalar, dükkanlar, bakkallar, kasaplar, kahvehaneler, berberler, nalbant, kunduracı, terziler, fırın, kalaycı, duhancı, eskici, saraç, attar, bezci, kürkçü ve benzeri esnafın ticarethaneleri bulunuyordu.

Ermeni Çakıcı’da büyük kahvehanenin önünde oturmuş nargilesini içerken, yanındaki dört tane koruması, muhafızı ve taifesi ayakta bekliyorlardı. Çakıcının üzerinde o dönemin pahalı elbisesi vardı. Bir elinde gümüş işlemeli kamçı, ayaklarındaki çizmelerin arka kısmında gümüş işlemeli mahmuzlar ve belinde ise sedef kakmalı kaması bulunuyordu. Kalabalığın içinde “bir oraya bir buraya, gidip gelen” Kasap Şükrü Ağa’nın gür sesi duyuldu, “Hekimbaşının Hasan geliyor…”

Çarşı ve etrafında kurulan pazarda bulunan insanlar, birden bire sustular. İnsanlar taş kesilmişçesine, olduğu yerde duruyor ve ağızları bıçak açmıyordu. Sadece gözler konuşmaya başlamıştı. Bir Çakıcıya bakıyor bir de, taş kaplı Karaman bayrından  al atının üstünde tıkır tıkır tıkır inen Hekimbaşının Hasan’a bakıyorlardı. Hekimbaşının Hasan’ın üzerinde, bahçede çalıştığı ve terden vücuduna yapışmış göyneği, belinde kaması ve ayağında ise eski bir çarık bulunuyordu. Ermeniler, hemen Çakıcının etrafında toplandılar. Türkler ise tedirgin olmuşlardı. Böyle bir anı hiç istemediklerinden şaşırmış bir halde bekleşiyorlardı. Türklerin içinden birisi, hemen ileri atılarak koştu ve Karaman bayrının en alt köşesinde, Hekimbaşının Hasan’ın atının dizginlerini tutarak, geri döndürmeye çalıştı. Ama, Hekimbaşının Hasan ne yaptığının, nereye gittiğinin ve ne yapacağının bilinci ile atını çarşının ortasındaki pazar yerine doğru mahmuzladı.

Doğruca, büyük kahvenin önüne vardı. Türklerden Bekir Ağa koşarak gelip, atının dizginlerini tutarak “hoş geldin ağa” dedi.  Hekimbaşının Hasan atından indi. Bu arada, Ermeni Çakıcı da, ayağa kalkmış ve arkasından çok laf ettiği, atıp tutuğu rakibini ve düşmanını bekliyordu. Kimseden çıt (ses) çıkmadı. Her ikisi de bir söz söylemeden, kamalarlını (bıçaktan uzun, ucu sivri ve her iki ağzı kesebilen ölüm silahı…) çekerek, birbirlerinin üzerine yürüdüler.

Ermeni Çakıcı 1.84 metre boyunda ve 90 kilo civarında, Hekimbaşının Hasan ise 1.78 metre boyunda ve 70 kilo ağırlığında. Sağ ellerinde kama olduğu halde, sol elleriyle rakiplerinin kama tutan ellerini karşılıyorlardı. Çakıcı daha güçlü olduğu için, sık sık Hekimbaşının Hasanı geriye doğru iteliyordu. Kısa ve zayıf cüssesine rağmen, diri, inatçı ve inançlı bir yapıya sahip olan Hekimbaşının Hasan, ayakta kalmaya gayret ediyor, çevik ve atak olmasının avantajını kullanarak, sürekli hareket ediyordu.

Bir süre ayakta, birbirlerini tartan rakipler, bir ara yere düştüler. Bir halka oluşturarak mücadeleyi seyreden Türk ve Ermenilerden, Hekimbaşının Hasan altta kalınca Ermeniler sevinç naraları atıyor, Çakıcı altta kalınca da Türkler sevinerek “yaşa yiğidim, helal olsun sana, aslanım…” gibi övgü dolu sözler söylüyorlardı.

İki rakip yerde, toz toprak içinde yuvarlanırken, bir ara Hekimbaşının Hasan kıvraklığı, çevikliği ve cesareti ile bir anda üste çıkarak, Çakıcı’nın göğsüne oturdu ve kamasının sivri ucunu boğazına dayadı. Ermeniler susmuştu, Türkler ise sevinçten ne söyleyeceklerini bilemez bir vaziyette, donup kalmışlardı. Çakıcı altta kalan iri cüssesiyle debelendi, kurtulmak istedi. Ancak, Hekimbaşının Hasan’ın sivri uçlu kamasının acısını, yemek ve soluk borusunda hissedince, ayaklarını uzattı, ellerini her iki yanına bıraktı ve bütün çaresizliği gözlerine yansımıştı. Gözleriyle yalvarırcasına “tamam…bitti…yenildim…” diyordu. Bir ara sağ elini kaldırarak, göğsünün üzerinde oturan Hekimbaşının Hasan’ın sol omzuna dokundu. Bu dokunuşta af dileyen, affedilmeyi bekleyen çaresiz bir insanın bütün sıcaklığı ve şefkati vardı.

Bir süre böylece kaldılar. Hekimbaşının Hasan, sarf ettiği çirkin sözlerden ve iftiralardan dolayı, Çakıcıyı öldürmeye gelmişti. Kamayı boğazına saplaması an meselesiydi. Belki de, Çakıcı altta debelenmeye devam etse, kama anında saplanacaktı. Hekimbaşının Hasan evli ve o zamanlar dört çocuğu vardı. Huzur istiyordu, ailesi ve çocuklarıyla yaşamak ve çocuklarını yetiştirmek istiyordu. Kamayı sapladığı anda, bunları kaybedeceği düşüncesi, bir anda aklını ve ruhunu kapladı. Altta kalan Çakıcının çaresizliği gibi, kendisi de çaresiz kalmıştı.

Ani bir hareketle ayağa kalktı, kimseye bir şey söylemeden kalabalığı yararak atına doğru yürüyen Hekimbaşının Hasan, al atına binerek, geldiği yoldan, Karaman bayırının taş kaplı yolundan, bahçesine doğru gitti.

Yaşanan bu olay Türkleri sevindirmiş, Ermenileri ise başka başka komitacılıklara sevk etmişti. Bu mücadele dilden dile dolaşıp anlatılmaya devam ederken, zor ve sıkıntılı bir dönemden geçen Türkler arasında destanlaşır. Kayseri Lisesinden emekli olan ve herkes tarafından sevilen meşhur Tarih Öğretmeni Talaslı Latif Baykal, o dönemde lise ikinci sınıfa gidiyordu. Bu mücadelenin yaşandığı pazar yerinde, o da bulunuyordu ve yaşanan bütün olaylara bizzat şahit olmuştu. Aynı zamanda, Kayseri’de yayınlanan bir gazetede çalışıyor, oraya yazı ve haber veriyordu.

Latif Baykal bu mücadeleyi kaleme alır, haber yapar ve gazeteye verir. On gün sonra, gazetede şöyle bir haber yayınlanır. Hekimbaşının Hasan Ermeni Çakıcının göğsüne oturarak, kamasını boğazına dayadı ve “SENİN ANANI, AVRADINI…..” dedi.

Dedesinin yaşam macerası ve ortaya koyduğu sıra dışı mücadelesi ile ilgili çalışmalar yapan Atilla Temuçin, aradan geçen yıllar sonra, Latif Baykal hocayla zaman zaman görüşür bilgi alır. O günleri adeta kendisi de yaşar ancak, bu mücadeleyi okuyucuya ulaştıran gazeteye ulaşamazlar.  

Bunun üzerine; çok geçmeden, Ermeniler içine düştükleri öfke, kin, nefret ve intikam duygusuyla, Kayseri’deki mevcut yönetim merkezi olan birimleri yeniden hareketlendirirler. Fitne, fesat ve dedikodu kazanı fokur fokur kaynamaya başlar. Kelle isterler, can isterler, Türk kanı isterler. Bu dönem içerisinde, şehrin çeşitli mahallelerinde komitacılık faaliyetleri en üst seviyeye çıkmış, Ermeni konaklarında el yapımı bombalar üretilmeye başlanmıştı. Çok önemli ve ciddi hazırlık içinde bulunan Ermenilerin taşkınlıkların ardı arkası gelmiyordu. 

Diğer Makaleler