BİR TALAS DESTANI HEKİMBAŞININ HASAN (7)

Kolluk kuvvetlerini yeniden hareketlendirirler ve Talas’ gelen bir müfreze asker, Hekimbaşının Hasan’ı tutuklayarak, doğruca İstanbul’a gönderirler. Ermeniler, Hekimbaşının Hasan’ın Kayseri’de yargılanmasını istemezler. Çünkü, burada az ceza alacağını düşünerek, daha güçlü oldukları İstanbul’a gönderirler. Anadolu’da Ermenilerin güçlü ve hakim oldukları bölgelerde, Hekimbaşının Hasan gibi yiğitlerle karşılaştıklarında, onları hep İstanbul’a göndermişler ve orada idam ettirmişlerdir.

Hekimbaşının Hasan, dört çocuğunu Talas’ta bırakıp, çaresiz bir şekilde, silahlı iki jandarma eşliği İstanbul’a doğru yola çıkarlar. Hekimbaşının Hasan’ın yanında ailesinin azık olarak hazırladığı bir heybe ve içine tütün koydukları küçük bir torba vardır. Askerlerde ise birer tüfek ve erzak çantalarında ise kuru tayin vardır. O dönemlerde, askerlerin bu tür yolculuklarında karınlarını, yol boyunda karşılaştıkları köylerden temin ediyorlardı. Hiç binek hayvanları yoktu, yaya olarak gidiyorlardı ve Hekimbaşının Hasan’ın hem ellerinde hem de ayaklarında prangalar vardı.

Dört gün sonra, Yozgat’a bağlı Akdağmadeni yakınlarına varırlar. İki askerden bir tanesi, Hekimbaşının Hasan’la yol boyunca sohbet eder. Ne yaptı, ne suç işledi, kimlere zarar verdi, kendisini kimler tutuklattırdı gibi, konuları konuşa konuşa giderler. Diğer asker pek sohbete katılmaz. Soğuk bir bakışı ve ciddi bir tavrı vardır. Askerlerin tütünü yoktur, ama Hekimbaşının Hasan’da tütün ve yiyecek olduğu için, yol boyunca paylaşırlar. Hekibaşı Hasan’a yakınlık gösteren asker Karslıdır ve Kars’ta Ermeniler, bunların köyünü basarak çok sayıda Türk öldürmüşlerdir. Ölenler arasında babası ve amcası da bulunmaktadır.

Görkemli çam ormanlarının bulunduğu Akdağmadeni’ne geldiklerinde, bir su başında mola verirler. Karslı asker, tütün torbasını açar, bir sigara sarar hekimbaşına verir, bir sigara da kendisi yakar. Diğer asker yorgunluktan sızmıştır ve horlayarak uyumaktadır. Hekimbaşına dönerek der ki;

  • Hasan Ağa, seni İstanbul’da asacaklar. Oraya giden herkesi asıyorlar. Şurdan bir taş al, kafamı kanatırcasına bir iki yerden vur, sen kaç git.
  • Bu nasıl söz, seni yakamam.
  • Sen beni dinle, ben başımın çaresine bakarım, dediğimi yap. Haydi, öbürü uyanmadan tam zamanı.

Bu tartışma bir süre devam eder; sonuçta, Karslı askerin dediği olur ve Hekimbaşının Hasan ellerinde ve ayaklarında pranga olduğu halde, dört günde geldikleri yolu, altı günde tamamlayarak Germir’e gelir. Zamanında kendisine at sattığı ve tanıdığı Ermeni bir demirci ustası vardır. Prangalarını ona açtırır, kimseye görünmeden Çardak başındaki evlerine gelir. Bu arada, bu kaçış duyulmuş ve yeni subay olmuş bir komutan, halk arasında “ferik paşa” namıyla anılmakta ve her yere baskınlar düzenleyerek, Hekimbaşının Hasan’ı aramaktadır. Bunun üzerine, hazırlıklarını yapan Hekimbaşının Hasan, bir akşam karanlıkta “al atına” binerek Talas’tan ayrılır ve doğruca Tekir Yaylasında gider.

Kış mevsimi gelmiştir, kışı Tekir’de geçirir. Artık, Tekir eski Tekir değildir, arkadaşlarından kimse kalmamıştır. Talas’taki dört çocuğu ve eşinin hasretliği yakar kavurur, adeta kışın soğuğu üşütmüyor ama, hasretlik yakıyordu. Baharı zor bekler, bahar geç gelir, Torosların üzerinden kuzeye doğru uçmaya başlayan turnalar, leylekler ve  göçmen kuşları ile birlikte, al atının başını kuzeye çevirir.

Talas’a geldiğinde, hava iyice ısınmış ve bağ bahçe işleri yoğunlaşmıştı. Bir süre gizlendi, kaçak yaşamaya devam etti. Hekimbaşının Hasan’ın geldiği duyulduğunda, jandarmanın yaptığı ani bir baskınla tekrar tutuklandı ve Kayseri’deki mahkemeye çıkartıldı. Elleri prangalı bir şekilde, jandarmaların arasında çıktığı mahkemede, hakim gelir, bunlar ayağa kalkarlar. Hekimbaşının Hasan hakimi tanır, bundan 10 yıl, 15 yıl önce Tekir yaylasında eşkıyaların elinden kurtardıkları hakim, karşısında ve hükmü onun iki dudağı arasında. Ermeniler, yeniden İstanbul’a gönderilmesine dair karar çıkmasını beklerler.

Hekimbaşının Hasan bıçak sırtı bir hayatın ucunda gergin, kaşları çatık, psikolojik açıdan tükenmiş ve yorgun bir ruh haliyle hükmünün verilmesini beklerken, karşısına çıkan umudun, ışığın ve yaşama sevincinin rahatlığı içerisinde, sinirleri boşalır, gevşer ve gülümsemeye başlar. Mahkeme hakimi, oradakileri de etkileyecek gür bir sesle bağırarak “Ciddi ol, burası mahkeme salonu, kanunlara riayet et, bu ne laubalilik…” der. Daha sonraki yıllarda, hakimle görüşen Hekimbaşının Hasan, hakimin kendisini hatırladığını öğrenir.

Yapılan yargılamanın ardından; mahkeme hakimi, Hekimbaşının Hasan’a “28 gün hapis ve 145 kuruş para cezası” verir. Mahkumiyetini yatan ve para cezasını ödeyen Hekimbaşının Hasan özgürlüğüne kavuşur.  Hayatlarını yukarı Talas’ta sürdüren Hekimbaşı sülalesi, 21 Haziran 1934 tarihinde çıkarılan “Soyadı Kanunu” çerçevesinde “Temuçin” soyadını alır. Hekimbaşının Hasan Temuçin’in yaşam macerası 1868 yılında başlayıp, 1952 yılında sona erer. Ebedi istirahatgahı, Talas Kiçiköy’de bulunan Cemil Baba Mezarlığında ve Ali Dağı’na bakan, güney batı köşesindedir. Hekimbaşının Hasan Temuçin’in çocukları:

  1. Hüsnü Temuçin (1907 doğumlu)
  2. İbrahim Temuçin (1909 doğumlu)
  3. Ülfet Temuçin (1910 doğumlu)
  4. Ahmet Temuçin (1911 doğumlu)

Diğer Makaleler