SEVGİ VE AŞK
Bugün ‘Sevgililer Günü’ymüş...
Hepimizin yüreğinde bir miktar ‘sevgi’ vardır. Kimimiz, o sevgiyi, bırakın bir canlıyı, dünyayı, kainatı kucaklayacak kadar büyütürüz. Kimimiz ise, ruhumuzdaki o küçücük sevgiyi canlı-cansız ne varsa, kin ve nefretle karartır, yok ederiz...
Sonradan icat oldu Sevgililer Günü... Bize batıdan ithaldir. Biraz da ticari amaçlıdır. Tıpkı Anneler Günü gibi. Biz ki, bin 450 yıldır sevmek, sevilmek, hoş görmek, kayıtsız-şartsız teslim olmak telkini üzere inanmış insanlarız...
Biz bir gün değil, her gün sevmek, sevilmek durumundayız...
“Birbirinizi sevmedikçe tam olarak iman etmiş olmazsınız” diyen bir dinin Peygamberi’nin ümmeti, sevmekten başka ne yapabilir...
Ama hangi sevgi?
Nasıl bir aşk?
Sevgi ve aşkı magazin programlarında gördüklerinizden ibaret sanıyorsanız yanılırsınız. O gördükleriniz çocukların çelik-çomak oyunu gibi.
Aşk, mistik vasfın ötesinde kayıtsız şartsız, Ferhat-Şirin, Kerem-Aslı, Leyla -Mecnun sevgisidir. Aslında o sevdanın sonu da ‘gerçek aşka’ ulaştırır insanı...
Sevgi ile aşk aynı şey değildir bilesiniz.
TDK sözlüğü bakın ne diyor:
Sevgi: İnsanı bir şeye veya bir kimseye karşı yakın ilgi ve bağlılık göstermeye yönelten duygu.
Aşk: Aşırı sevgi ve bağlılık duygusu...
TDK dahi ‘yavan’ bir mantıkla aşk eşittir sevgi demiyor. Sevgiye, aşk olabilmesi için ‘aşırılık’ izafe ediyor.
Ne diyor Gönül Dostu; “Sevelim, sevilelim, bu dünya kimseye kalmaz.”
Yine aynı Gönül Dostu:
“Aşk olmayınca meşk olmaz.”
Peki ya aşk nedir?
Günümüzde aşkı ‘oyuncak’ haline getirdiler... İnsanımızın değerlerinden habersiz bir avuç sözde sosyete sadece adını bildikleri aşkı dillerine dolayıp duruyorlar. Bir dava adamı, “İçinde bal olan kavanozu, dışından yalayarak, balın lezzetini tadabilir misiniz?” diyor.
TV ekranlarında, gazete sütunlarında bize ‘aşk’ diye takdim edilen tam da böyle. Sakın ha bunları aşk filan zannetmeyin! Onların yaşadığını zannettikleri ve adına ‘aşk’ dedikleri hal, gerçekten ‘ruh bunalımı ve buhranı’ içerisinde olduklarının bariz bir göstergesidir.
Şıp sevdi misalidir o gördükleriniz...
Bu nasıl bir ruh, nasıl bir gönül ve beden halidir ki, aşık sürekli bir daldan bir dala konabiliyor...
Bir serçe gibi...
Böyle maşuk mu olunur?
Bakın ne diyor yukarıdaki Gönül Dostu:
Biz sevdik, aşık olduk, sevildik maşuk olduk...
Sevip, aşık olmak, sonra sevdiğinin maşukası haline dönebilmek...
Mes’ele bu...
Aşk; sevdiğine, sevilmeye layık olana, kayıtsız-şartsız teslim olmaktır.
Aşk; sevdiğinden gelen kötü, acı, huzur bozucu, rahatsız edici ne varsa baş tacı edebilmektir.
Aşk; sevdiğin, bir yüzüne tokat attığı zaman, tereddütsüz öbür yüzünü çevirebilmektir.
Aşk; eksi bilmem kaç derece soğukta, sevgilinin adını duyduğun zaman, sauna sıcaklığının ötesinde, cehennem ateşindeymiş gibi yanabilmektir.
Aşk; bırakın yılda bir kutladığınız sevgililer gününü, en küçük zaman dilimi olan bir lahza dahi, onu gönlünüzden, beyninizden, bedeninizden uzak tutmamaktır.
Aşk; sizden fersahlarca ötedeki, ötelerin ötesindeki maşuka incinse, aynı anda kalbinizin, beyninizin yerinden oynadığını hissedebilmektir.
Yukarıdaki ifadeler bize ait. Bir zamanlar aşk çeşmesinden bir damla içmiş ve kendinden geçmiş olan bu fakire...
O günleri hasretle arayan ve heyhat bir daha bulamayan bu fakire...
Oysa gerçek manada aşk denizinde yüzen maşuklar bakın aşkı nasıl tarif ediyor:
-Aşkın gerçeği odur ki, iyilik görünce artmaz; acı görünce de eksilmez. (Yahya Vaiz)
-Sevgi, hangi hal ve şartlar altında olursa olsun, sevilene ram olmaktır. (Ruyem Ahmedoğlu)
-Nasıl sevmezsin O’nu ki, tek bir an lütfundan ve iyiliğinden uzak değilsin; ve nasıl seversin onları ki, tek bir an kendileriyle uyuşamazsın. (Ebu Cafer Nesevi)
Üstad’dan...
Allah, Resül aşkıyla yandım, bittim, kül oldum!
Öyle zayıfladım ki, sonunda herkül oldum.
...........
Bir ufuk ki, ne Mecnun varabildi, ne Ferhad;
Bir ufuk ki, ilahi sırrı bekleyen serhad...
..................
Kadından kendisinde olmayanı isteriz;
Hasret yerinde kalır ve biz çekip gideriz...
Son cümle: Sevin; ama karşılıksız sevin. Kayıtsız ve şartsız sevin. Muhib olmak, her yiğidin (kadınlar da dahil) harcı değildir...
Mış… Miş… Muş…
00- Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk, 100 okulumuza Tasarım Beceri Atölyesi kuracak olan Erciyes Anadolu Holding’e teşekkür etmiş.
00- Yıllardır Kayseri’de okul yapımını hayırseverlere havale eden MEB’in neredeyse tüm okullarında ikili öğretim görülen Kayseri’nin tekli eğitime geçmesi için kaç derslik yaptıracağı merak ediliyormuş.
00- Güpgüpoğlu Konağı’nın Etnoğrafya Müzesi olarak açılışında Rifat Güpgüpoğlu dahil aile fertlerine haber verilmesine rağmen katılım olmamış.
00- Enerji Bakanı 22 Şubat’ta Kayseri’ye geliyormuş.
00- GP İl Başkanlığı’na Zülküf Aslan’ın atanmasında kurucu Ali Aydın’ın etkin olmuş.
00- MHP’li Vekil Baki Ersoy’ un sulama projelerine 100 milyon lira civarında ödenek ayırttığını açıklaması AK Parti’den bazılarının canını sıkmış.
KULİS BULVARI
‘BİZİM TAŞ İLE BİZİM KUŞU VURMAK’
Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk Hocamız dün Kayseri’deydi. Bakanımızın ziyaretinin merkezini Erciyes Anadolu Holding’in 100 okulumuza yaptıracağı ‘Tasarım Beceri Atölyesi (TBA)’ protokolü oluşturuyor. TBA’lar ile ilgili dün uzun bir yazı yazmıştım. Tekrarına gerek yok. Güzel bir uygulama. Bazı iller pilot seçildi. Kayseri’ye de Ankara bir şey vermeyi (ödenek ayırmayı) sevmediği için TBA’ların yapımı da yine hayırsevere (Erciyes Anadolu Holding’e) havale edilmiş. Holding yönetimini bu güzel adımları nedeniyle kutluyorum. Protokolün imzalandığı ve konuşmaların yapıldığı oteldeki program basına kapalı olduğu için takip etme imkanımız olmadı; ancak özellikle de Bakanlık bütçesinden Kayseri’ye hangi müjdelerin verildiğini merak ediyorum. MEB yıllardır Kayseri’ ye hep şaşı baktı; üvey evlat muamelesi yaptı. İnşallah bu kez öyle olmaz da, yine kendi taşımızla kendi kuşumuzu vurmaya devam etmeyiz.