Saadet Partisi Genel Başkanı Arıkan TBMM'deki Yeni Yol Grup Toplantısı'nda konuştu.
Sözlerine hayatını kaybeden Sırrı Süreyya Önder'e rahmet dileyerek başlayan Arıkan, "TBMM Başkanvekili, İstanbul Milletvekili, Sayın Sırrı Süreyya Önder’e bir kez daha Allah’tan rahmet diliyor, ailesine ve sevenlerine başsağlığı diliyorum" diye konuştu.
Sırrı Süreyya Önder'in cenaze töreninde CHP Genel Başkanı Özgür Özel'e yönelik saldırıyı değerlendiren Arıkan şunları söyledi:
"Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Sayın Özgür Özel’e düzenlenen saldırı sadece merasime gölge düşürmekle kalmadı. Nasıl oluyor da bir katilin elini kolunu sallayarak Taksim’de dolaşmasına izin veriliyor? Bu katilin kardeşinin bir açıklaması oldu. Dedi ki “bize bulaşmasın diye evimizi gizli tutuyorduk.” Kardeşi bile -kendi çapında- güvenlik önlemi alma ihtiyacı duyarken nasıl oluyorda; böylesi bir katil, böylesi kritik bir törende, ana muhalefet partisi liderine ulaşıp saldırabiliyor? Bu saldırı; ceza ve infaz sisteminin, daha doğrusu tuzun kokmaya başladığının en büyük delilidir. Bu saldırı; iktidarın - ülkenin, milletin güvenliği ile değil sadece ve sadece kendi güvenliği ile ilgilendiğinin en büyük ispatıdır. Bu saldırı; hızlı karar alma süreciyle her sorunumuzun anında çözüme kavuşacağı vaadinin resmen iflasıdır. Bu saldırı ülke siyasetine egemen olan kutuplaştırıcı ve ötekileştirici 'nefret' dilinin neticesidir. Ülkemiz ve bölgemiz bu kadar kritik süreçten geçerken iktidarıyla muhalefetiyle herkes kullandığı dile dikkat etmek zorundadır!"
'TELEF' TARTIŞMALARI: BU İFADE KASITLIDIR
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın, partisinin grup toplantısındaki 'telef' ifadesini "kaygı verici" bulduklarını söyleyerek şöyle konuştu:
"Bu ifade kasıtlıdır. Bu ifade kalemşörler tarafından özenle seçilmiştir. Bu ifade iktidarın zihin dünyasını yansıtmaktadır. Cumhurbaşkanlığı makamı maalesef muhalefeti telef sözcüğüyle uyaracak kadar kibre hapsolmuş durumdadır. Bu vahameti biz Cumhurbaşkanı sıfatına sahip bir siyasetçiye yakıştıramıyoruz. Şunu unutmayalım: Sorumluluk makamındakiler telefle başlayan cümleler kurarsa, sorumsuz kişiler de yumruklayacak hedef ararlar. Şimdi gelin iktidara yardımcı olalım, hep birlikte telef sözcüğünün doğru kullanımına örnekler verelim. Bir gecede telef ettiğiniz 52 milyar dolar mesela! Torpille, kayırmacılıkla telef ettiğiniz liyakat! Çetelere teslim ederek telef ettiğiniz sokaklar! Dindar nesil oluşturacağız diye çıktığınız yolda, telef ettiğiniz gençler! Parsel parsel satarak telef ettiğiniz Ankara! Biz bu şehre ihanet ettik diyerek telef ettiğiniz İstanbul! “İtibardan tasarruf olmaz” diyerek telef ettiğiniz bütçeler! Dahası var, dahası var da biz vakti telef etmeyelim!"
YENİ ÇÖZÜM SÜRECİNDE SON DURUM: TOP KİMDE?
Değerli arkadaşlar,
Elimizi nereye atsak bir “çatışma” görüyoruz.
İktidarla ana muhalefet arasında “telef” tartışması devam ederken,
Diğer yandan İktidarla DEM Parti arasında bir “top” tartışması var.
Malumunuz geçen hafta DEM Parti Heyeti, Adalet bakanıyla görüştü.
DEM Parti’nin “talep ve beklentileri”,
Adalet Bakanının “uyarı ve tepkileri” gündeme geldi.
Öyle görünüyor ki; birçok kez olduğu gibi görüşmeden sonuç değil, tartışma ve polemik çıktı.
Yani;
Aylardır bir numaralı gündemimiz olan “yeni çözüm süreci”
“topun kimde?” olduğu tartışmalarına kadar indi.
En başından beri;
bu sürecin şeffaf olması,
tüm aktörlerin sürece dahil edilmesi,
sürecin kimsenin vicdanına ve hesabına hapsedilmemesi,
gerektiğini söylüyoruz.
İşte buyurun; meclisten, milletten kaçırılarak konuşulan konunun geldiği yer burası.
Uyarıyoruz; şeffaf olun ve bu konuyu milletin evine, meclise getirin.
Yoksa bu top yakında elinizde patlayacak!
TÜRKİYE’NİN BİRLİĞE, SİYASETİN SÜKUNETE İHTİYACI VAR
Tüm bu tartışmalardan sonra, şunu çok net ifade edebiliriz;
Türkiye’nin birliğe ihtiyacı var.
Siyasetin sükunete ihtiyacı var.
Siyasi öznelerin suhulete ihtiyacı var.
Özellikle Meclis çatısı altında ifade ediyorum.
Yumruk, siyaset aracı;
Siyaset, çatışma aracı değildir.
İktidar, kamplaşma;
Muhalefet, gerginlik yükseltme alanı değildir.
DEPREM VE KANAL İSTANBUL
Halbuki değerli arkadaşlar;
Yaşadığımız coğrafya bakımından
Hem yerin altında hem yerin üstünde; ciddi tehlike ve tehditlerle karşı karşıyayız.
Yerin altında bizi bekleyen iki büyük deprem varken iktidar,
yerin üstünde “Kanal İstanbul” hayali için uğraşıyor.
Sermaye için kanal İstanbul’u düşünen iktidar;
11 şehirde hâla konteynırlarda yaşayan depremzedeler için 2.5 yıldır verdiği sözleri tutmuyor.
Maalesef!
Depremi ekonomiye yük olarak görenler,
Kanal İstanbul’u terazide tüy olarak görüyor!
HİÇ OLMAZSA BU SEFER İNSAF EDİN!
Hükümete sesleniyorum!
Kanal İstanbul’a akıtacağınız kaynakları;
İstanbul’u depremden korumak,
İstanbullu vatandaşlarımızı deprem riskinden kurtarmak için harcayın.
Hiç olmazsa bu sefer; hiç yapmadığınız bir şey yapın;
İSRAF ETMEYİN, İNSAF EDİN
Depremi fırsata, afeti ranta çeviren bu anlayış; şimdi de mera yönetmeliği üzerinden doğayı ve kırsalı sessiz sedasız sermayeye devrediyor.
Beton ekonomisinin pençesi
Artık meralara, yaylalara kadar uzanmış durumda!
Şimdi bir belge göstermek istiyorum. (((Belge)))
Tarih 3 Mayıs 2025.
Geçtiğimiz hafta Tarım ve Orman Bakanlığı,
“Mera Yönetmeliğinde” bir değişiklik yaptı.
Bu yönetmeliğe göre
Artık “mera” demek “yatırım alanı” demek.
“yaylak” demek “sanayi parseli” demek.
“kışlak” demek artık enerji, maden, turizm ve rant projelerinin yeni adresi demek oluyor.
Bu yapılan, hiçbir şekilde “masum” bir arazi yönetimi değişikliği değildir.
Bu yapılan, kırsalın tasfiyesidir!
Hayvancılığın tamamen bitişidir!
Köylünün son müşterek malını da sermayeye peşkeş çekmektir.
Bu yönetmelik, Büyükşehir yasasıyla mahalleye çevrilen köylerimizin, tabutuna son çiviyi çakmaktır.
Bugün “yatırıma açıyoruz” diyerek yapılan bu değişiklikler,
yarın köylümüzü kendi köyünde kiracı hâline getirecek!
Kamu yararı aynı zamanda; hayvandır, topraktır, sudur, havadır.
9. PESTİSİT VE GIDA
Yaylaya, meraya, ormana, çevreye duyarsız olan bu iktidar,
Bir tek kendi çevresine duyarlı!
Değerli arkadaşlar;
Tarım ve Gıda konusunda her gün yeni bir skandalla karşı karşıyayız.
İhraç edilmek üzere gönderilen ürünlerde yoğun PESTİSİT kalıntıları tespit ediliyor.
Ülkeler Türkiye’den gelen tarım ürünlerine birer birer kapılarını kapatıyor.
Bu tablo bize şunu söylüyor:
İhracata giden ürünlerde bile kalıntı çıkıyorsa, iç piyasada satılan ürünlerin hali çok daha vahim demektir.
Neden böyle söylüyorum:
İhraç edilen ürünler için yapılan analizlerin binde biri bile, iç piyasada tüketilen ürünler için yapılmıyor.
Yeni bir rapor yayınlandı, herkesin malumudur.
Rapora göre ülkemizde satılan sebze ve meyvelerin
yarısından fazlasında pestisit kalıntısı bulunduğu ortaya çıktı.
Bu ne demek?
Pazardan aldığımız ıspanakta bu zehir var demek,
Çocuğumuzun yediği elmada bu zehir var demek,
Sofraya koyduğunuz biberde bu zehir var demek,
Salataya doğradığımız marulda bu zehir var demek.
Daha sayayım mı?
Domateste, salatalıkta, patlıcanda,
Yani manavda gördüğünüz ne varsa, bu zehir bunların içinde.
Değerli arkadaşlar
Bu tablo çevresel değil, tamamen siyasal bir tercihtir.
Bu tablo -çok net ifade ediyorum- kısırlığın, beyin ve akciğer hastalıklarının, nihai son olduğu bir toplum demektir.
Çocuklarımıza böyle bir Türkiye bırakamayız!
Peki bırakmamak için ne yapacağız?
10. NE YAPACAĞIZ?
Tarımı çöküşten,
çiftçiyi borçtan,
gıdayı denetimsizlikten,
tarlayı ekinsizlikten biz kurtaracağız.
Yerli tohuma, ata tohumuna yönelik bütün sınırlamaları kaldıracağız.
Şunu söyleyeyim:
Tohumda, fidanda, ilaçta ve gübrede dışa bağımlı olanın,
“ekonomik bağımsızlık” iddiası koca bir yalandır.
Bizi İsrail’e mahkum eden tarım politikalarına son vereceğiz.
Bu iktidarın aksine hayvancılıkta, otlak ve meraları artıracağız.
11. KAPILARA KONAN MEMURLAR
Değerli arkadaşlar;
Ekonomi Bakanımız sayın şimşek iki gün önce çıktı dedi ki;
Bütün Organize Sanayi Bölgelerine,
hallerin giriş çıkışlarına,
Büyükşehirlerin ana arterlerine vergi memurları, maliyeci koyacağız.
Yani vatandaşı, esnafı, üreticiyi adım başı denetleyecek, nefes aldırmayacaklar.
Bunların tek bildiği zaten bu.
Para lazım zam yap.
Para lazım vergi koy.
Para lazım ceza kes.
Para lazım faizle borç bul!
İktidar ekonomiyi devlet aklıyla değil, tahsildar mantığıyla yönetiyor.
Sayın Şimşek!
Garibana ceza kesmek, esnafın kasasına vergi memuru koymak, kapısına maliyeci dikmek kolay!
Yüreğiniz yetiyorsa meyve-sebze hallerinin değil;
beşli çetelerin kapılarına vergi memuru koyun!
Yüreğiniz yetiyorsa Organize Sanayi Bölgelerinin kapılarına değil;
kara paranın giriş çıkış noktalarına maliyeci dikin!
Yüreğiniz yetiyorsa emekçinin, çalışanın maaş bordrosuna değil;
Kısa yoldan köşeyi dönenlerin banka kayıtlarına bakın!
Buradan sayın Şimşek’e bir vergi müjdesi de biz verelim.
Vergiyi garibana değil, istihdamı azaltmak, işgücünü tasfiye etmek, işçiye maaş ödememek için gözlerini ikame robotlara diken zenginlere koyun.
Yoksa yakın gelecekte işsizler ordusunu ikiye katlayacaksınız.
Bakın açık söylüyoruz:
Enflasyon %30’muş, %40’mış... Bunlar kâğıt üstündeki rakamlar.
Gerçek enflasyon, markette, pazarda, mutfakta!
Gerçek enflasyon, ocakta kaynamayan tencerede,
Süt alamayan annede, ay sonunu getiremeyen emeklide!
Daha yılın ilk 4 ayındayız, önümüzde 8 ay var!
Çalışanın maaşı şimdiden pula döndü.
ARA ZAM FORMÜLÜ
Buradan bir kez daha çağrıda bulunuyorum!
Asgari ücrete artış yapmak için yıl sonunu beklemeyin,
Emekli için memur için kamu işçileri için Temmuz’u beklemeyin.
Enflasyon kayıplarını telafi edecek şekilde,
Ücretler bir an evvel güncellenmelidir ve gerekli zamlar yapılmalıdır.
BAYRAM İKRAMİYESİ
Bakınız tam 1 ay sonra mübarek Kurban Bayramı’nı idrak edeceğiz.
Geçen bayram, Sn. Erdoğan 4.000 tl ikramiye için “daha ne olacak” demişti.
Biz söyleyelim!
Bu bayram emekliye bir tam maaş ikramiye olacak! Olmak zorunda! Başka yolu yok!
Unutmayın…
Sadece 19 Mart’taki kur operasyonlarında buhar olan 52 milyar dolarla,
emeklilere tam 6,5 maaş ikramiye verilebilirdi.
Ama tercihlerini yine kimden yana kullandılar?
Faiz baronlarından, borsa simsarlarından, rantçılardan yana kullandılar.
Şimdi sıra emeklilerde!
Paramız yok falan demeyin! Hiç lafı eveleyip gevelemeyin!
Emekliye bir maaş ikramiye verin; emeklinin ahını değil, duasını alın!
ÖZGÜRLÜK FİLOSU KOALİSYONU GEMİSİ
Değerli arkadaşlar;
Biliyorsunuz yüreğimizin dinmeyen acısı: Gazze!
Geçtiğimiz hafta Terörist İsrail,
Malta açıklarında Gazze’ye giden insani yardım gemisini vurdu.
Geminin içerisinde Türk vatandaşlarımız da vardı.
Ne yazık ki, bizler bu filmi daha önce izledik.
Terörist İsrail’e cesaret veren de budur zaten.
Mavi Marmara olayında “giderken bana mı sordunuz?” denmeseydi,
para karşılığında dava kapatılmasaydı,
ve şehitlerimizin hesabı sorulsaydı,
bugün böylesi alçakça bir saldırıya cesaret edilemezdi.
İşgalcilere silah taşıyan gemiler bütün limanlarda cirit atarken;
Gazze’ye “insani yardım taşıyan” gemilerin bombalanması dünyaya utanç için yeter.
Hep söyledik yine söylüyoruz: “İsrail ancak güçten anlar”.
Dolayısıyla, derhal “Gazze Barış Gücü” kurulmalıdır.
İsrail güç tehditini görmeden durmayacaktır.
YABANCI EL SENDROMU
Türkiye maalesef Gazze konusunda hep ikircikli bir tavır ortaya koyuyor.
Yabancı El Sendromu diye bir hastalık vardır.
Nedir bu hastalık;
El, beyinden bağımsız ve iradenizin dışında hareket eder.
İktidarın hastalığı da bugün budur.
Dili Filistin’den yana ama eli, diline yabancı.
Biz de diyoruz ki; dilinize uymayan eliniz, icraatlarınız;
bizi soykırımcılar ile yan yana getiriyor.
“DOSTUM TRUMP” ISRARI
Gazze’de bunlar olurken,
İsrail bütün bu suçlara imza atarken,
Türkiye; onun en büyük destekçisi ABD’den medet umuyor,
Trump’a dostum diyor.
Doğrusu; Sayın Erdoğan’ın “Dostum Trump” ısrarını anlamak oldukça zor.
Sizi bir kez daha uyarıyoruz. Dostum dediğiniz Trump’ın yaptıkları yapacaklarının teminatıdır.
Tarihimizdeki en aşağılayıcı mektuplardan birini gönderdiğini,
Bir rahip için Türkiye’yi açıktan tehdit ederek “ekonomiyi bitiririm” dediğini,
Suriye’de YPG’ye kol kanat gerip Türkiye’nin operasyonlarını engellediğini,
Hiçbir suçu olmayan, sadece demokratik hakkını kullanan Rümeysa Öztürk kardeşimizi gözaltına alıp, eğitim hakkını bitirdiğini
SAKIN UNUTMAYIN
Sn. Erdoğan “dostum” dediğiniz Trump varya;
kanla savunulan toprakları emlak arsası olarak görüyor
Gazze’yi kumarhane merkezi yapmak istiyor!
Cenab’ı Allah bizi, sizin dostlarınızdan korusun.
Görüyoruz ki sizin “dost” ve “düşman” seçiminizde çok büyük hatalar var.
Bu vesileyle size gerçek bir dost tavsiyesinde bulunmak istiyoruz;
“Düşmanın en büyük hilesi dostluğudur.”
HİNDİSTAN-PAKİSTAN GERİLİMİ
Dün gece yeni bir evreye geçen Hindistan-Pakistan gerilimine de değinmek isterim.
Hindistan’ın gerginliği sıcak çatışmaya çevirmiş olmasından dolayı büyük endişe duyuyoruz.
Bu sorumsuzluğa bir an önce son vermesi çağrısında bulunuyoruz.
Pakistan’ın bu saldırganlığa karşı elbette meşru müdafaa hakkı vardır.
Karşılık verme hakkı vardır.
Keşmir’de yıllardan beri uluslararası hukuku çiğneyen,
işgali devam ettiren,
Keşmir’li kardeşlerimizin kendi kaderlerini tayin hakkını hiçe sayarak hareket eden Hindistan‘ın
bir de böylesine bir girişimde bulunması ve Pakistan topraklarına saldırması asla kabul edilemez.
Buradan bir kez daha çağrıda bulunuyoruz.
Türkiye bir an önce
D-8 üyesi ülkelerini bir araya getirerek
Pakistan’ın karşı karşıya kaldığı saldırıları masaya yatırmalıdır.
Hindistan’ın saldırgan tutumunun son bulması,
ve bölgenin kaos, kargaşa ve savaş ortamına sürüklenmemesi için;
Pakistan’a gereken siyasi ve diplomatik destek açıkça verilmelidir.
KAMU ÇALIŞANLARININ TALEPLERİ
Konuşmamın bu bölümünde iktidarın mağdur ettiği kamu işçilerine değinmek istiyorum.
Beş aydır sözleşme bekleyen 626 bin kamu işçisi;
hak ettikleri için iktidarın hâlâ adım atmasını ve haklarını teslim etmelerini bekliyor.
Ciddi bir mağduriyet var.
Kamu çalışanlarımız;
Gelir vergisi dilimi adaletsizliğine,
emeklilikte aylık bağlama oranı mağduriyetine,
tayin hakkı engeline,
kıdem tazminatı tavanına artık bir çözüm istiyor.
Bu anlamda;
Eşel mobil sisteminin geri getirilmesi,
vergi yükünde adaletin sağlanması,
sendikal örgütlenmenin önünün açılması,
Mevsimlik işçilerin belirsizliğine son verilmesi,
geçici statü yerine kadrolu bir gelecek verilmesi gerekiyor.
Yani;
Depremde, selde, yangında, gece gündüz demeden görev yapan
kamu işçilerine hak ettikleri değeri artık vermemiz gerekiyor.
100 binlerce çalışanı ve ailelerini ilgilendiren bu protokol artık imzalanmalı,
refah adilce paylaşılmalıdır.
Değerli arkadaşlar;
Malumunuz bu hafta Yunus Emre Haftası.
Onun bir dizesiyle sözlerimi sonlandırmak istiyorum.
Ne diyordu Yunus:
“Dilsizler haberini kulaksız dinleyesi,
Dilsiz, kulaksız, sözü can gerek anlayası.”
Bizler Saadet Partisi olarak
Halkımızın dile getiremediklerini biliyoruz.
İfade edilemeyenleri, yoksulun boğazında düğümlenen sözleri anlıyoruz.
Onları burada dile getirmek ve çözmek için cansiperane çalışıyoruz.
Elbette, bunları görmeyenler, anlamayanlar, işitmeyenler çözemezler.
Çözmek için can gerek, gönül gerek, ahlâk gerek, maneviyat gerek.
O da Saadet Partimizde var Elhamdülillah.
Allah yardımcımız olsun.
Bu vesileyle sözlerimi bitiriyor,
Sizleri hürmet ve muhabbetle selamlıyorum."