BİR TALAS DESTANI HEKİMBAŞININ HASAN (5)

Hekimbaşının Hasan 1868 yılında doğmuş ve 1952 yılında vefat etmiştir. Torunu Atilla Temuçin ise 1945 doğumlu olduğundan, yedi yaşına kadar dedesiyle birlikte yaşamış, onun elinden tutmuş, onunla birlikte Karaman bayırında yürümüş, Kordon boyunda birlikte gezmiş ve Hanönü çarşısındaki kasap dükkanlarına birlikte gidip gelmişlerdir. Hatıraları canlı ve örnek olabilecek nitelikteki, 19. Yüzyılda yaptığı yürek ve cesaret gerektiren işlerle “Destanlaşan Hekimbaşının Hasan”ı kaleme almak, bu yiğit ve kahraman insanı gelecek nesillere emanet bırakabilmek amacıyla, vazifemi yerine getirmek istedim. Bu yazıda paylaşılan bilgiler ve hatıraların tamamı Atilla Temuçin’den alınmıştır.

Hekimbaşının Hasan Talas Harman Mahallesinde Türklerin bir katlı ve toprak damlı derme-çatma binaların yoğun olduğu Karataş Sokaktaki  evlerinde oturuyor, Çardak başında bulunan sebze bahçesinde ise ailesiyle birlikte çalışıyordu. Domates, biber, patlıcan, salatalık gibi sebzeleri yetiştiriyorlardı. Bir başka deyimle; gözü kavgada olan bir bela ve şer adamı değil, toprak adamıydı, sebze yetiştirir ve reçberlik yapardı. Zaman zaman küçük baş hayvan (koyun ve keçi) alım satımı da yaparlardı. İki kız kardeş ve üç erkek kardeş olmak üzere toplam beş kardeştiler. Ağabeyi Ali Ağa (Ali Emmi) ve küçük kardeşi Mehmet (Deli Küçük, deli Guçcük…) ile birlikte sırt sırta, omuz omuza yaşam mücadelelerini sürdürmüşlerdir. Ailesi kimseye muhtaç olmayacak kadar geçimini temin ettiği için, sosyo-kültürel bakımdan diğer Türk ailelerinden ayrılan özellikleri vardı.

  1. Aile kendi kendine yeterli olduğu için ayakta kalmak, yaşamak için bir yerlere tutunmak ve karnını doyurmak konusunda güçlü ve zengin olan Ermeni ve Rumlara muhtaç değildi.
  2. Ermeni ve Rumlara muhtaç olmadan yaşayabildikleri için, diğer Türk ailelerinde ortaya çıkan “etliye-sütlüye karışmama, yaşanan çirkinlikleri görmezlikten gelme ve sessiz kalma” gibi bir ezilmişliğe sahip değillerdi.
  3. Bu ekonomik özgürlük alanı, aile içerisinde yeni yetişen kuşağın daha hür, daha adil ve daha insancıl olarak yetişmelerine katkıda bulunuyordu.
  4. Bütün bunların ışığı altında, Talas’ta yaşanan hayata daha geniş bir pencereden bakma imkanına sahiptiler.

Çocukluk ve gençlik dönemi bu şartlar altında geçen Hekimbaşının Hasan Han Mahallesi, Harman Mahallesi, Tablakaya ve Kiçiköy’de arkadaşlarıyla gezerken, ata binerken, kahvede otururken, hatta çarşı ve pazarlarda bir şeyler alıp satarken Ermeni ve Rum gençleriyle karşılaşır. Onların tepeden bakan tavırları, ukalalıkları ve Türkleri küçük düşürücü hareketleri sürtüşmelere, tartışmalara, ağız dalaşına ve hatta kavgalara kadar uzanan olaylara sebep olur.

Her geçen gün azan, azgınlaşan, hırçın tavırlarını artıran Ermenilerin çirkinliklerine göz yummayan, kabul etmeyen ve karşı koyan bir kişilik ve şahsiyet olarak ortaya çıkan ve Türklerin adeta temsilcisi, savunucusu ve kurtarıcısı olarak ortaya çıkan Hekimbaşının Hasan, zamanı geldiğinde askerlik görevini yerine gitmek amacıyla Talas’tan ayrılır, “Peygamber Ocağındaki” vazifesini tamamlayıp, hamlıklarını olgunlaştırdıktan sonra Talas’a döner.

Askerlik görevi sırasında tanıştığı vatansever komutanlar ve Osmanlının içinde bulunduğu zor ve sıkıntılı yıllar ile cephelerde yaşanan mağlubiyetler ve aşırı toprak kaybı Hekimbaşının Hasan’ın varlığını, varlık sebebini ve hayata bakış açısını daha da olgunlaştırmıştı. Aynı zamanda; Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde Ermenilerin her geçen gün zenginleşmeleri ve bu zenginliğin ortaya çıkardığı güç ve otoriteyi komitacılık faaliyetlerine aktarmaları da, düşünen ve sorumluluk sahibi insanları tedirgin ediyordu.

Öyle ki; 1890’lı yıllara geldiğimizde, Anadolu’nun her yerinde olduğu gibi Türklerin sayısı her geçen gün azalıyor, fakirleşiyor, boynu bükülüyor ve bir lokma kuru ekmeğe muhtaç hale geliyordu. Ermeniler ise her geçen gün Kayseri’nin yönetiminde etkili olmaya ve yönetimi ele geçirmeye başlıyorlar. “1897 senesinde Ermeni cemaatinden Hamanuyan Ağop Efendi ile 1899 senesinde de Aleksiyan Servet Efendi Kayseri Sancağı Mutasarrıf muavinliğine tayin edilmişlerdir” (H.Cömert, 19. Yüzyılda Talas, s 31)

Bununla birlikte, Talas Amerikan Mektebinin açılması ve hastanesinin faaliyete geçmesi ile birlikte, Talas ve çevresinde meydana gelen iklim değişikliği, özellikle Ermenilerin komitacı faaliyetlerine ruh ve dinamizm katmıştır. Kayseri’de zengin Ermenilerin yaşadığı mahallelerin yanı sıra Develi, Tomarza, Talas, Derevenk, Germir, Efkere ve çevresindeki Ermenilerin “işi azıtmaları, çığırından çıkartmaları, azıya almaları, azmaları ve söz dinlememeleri” sayesinde, Türklere karşı yapılan tehditler artmıştı. Bunun neticesinde; Tomarza, Bünyan, Pınarbaşı, Uzunyayla ve Sarız yöresinden gelen köylülere kurulan pusularda, bazı Türklerin ölmesi üzerine, buralarda yaşayan Türk köylülerinin Kayseri’ye gelmeleri zorlaşmış,  bir korku ve tedirginlik ortaya çıkmıştı.

1900’lü yıllara girdiğimizde Kayseri’de ticareti, merkezi yönetimi ele geçirme konusunda merhale kateden Ermeniler, aynı zamanda hayata aktardıkları Mazaka, Majak ve Sıon isimli yayınevlerinde Şepor (Borazan), Nor Serunt (Yeni Kuşak), Rehber ve Hayg isimli gazete ve dergileri basarak dağıtıyorlardı. Yeni yüzyılın en önemli vasıtası olan ve insanlar üzerinde derin tesirler bırakan gazete, dergi ve kitap konusunda oldukça başarılı bir konuma gelmişlerdi.

Ermenilerin bu hırçın ve akıl almaz davranışlarından dolayı, Rumlar (Hıristiyanlaştırılmış Türkler) Ermenilere destek vermeyerek, onlarla işbirliği yapmayarak Milli Mücadele’nin yanında olmuşlardır. Papa Eftim başkanlığında, yayınlamış oldukları Anadolu’da Ortadoksluk Sadası isimli haftalık gazete ile bu tavırlarını ortaya koymuş ve Türklerle birlikte mücadele etmişlerdir.

Gazete ve dergi basıp insanlara dağıtma konusunda tek otorite haline gelen Ermeniler, Kayseri’deki kamuoyunu belirlemeye ve kolluk kuvvetlerini yönlendirmeye başlamışlardı. Ancak; Kayseri’nin o dönemdeki şansı olan, Mutasarrıf Muammer Bey ile Yunus Bekir’in cesur, atak, akılcı ve yürekli girişimleri sayesinde, 29 Ağustos 1910 tarihinde ilk Türkçe gazete olan “Erciyes Gazetesi” yayınlanabilmiştir. Gazete başlığının altında “Pazartesi Günleri Neşrolunur Türk Gazetesi” ibaresi yer almıştır. Bu ifadeye çok kızan şehirdeki Ermeniler, toplanarak Valiliği basmışlar ve hem ifadenin hem de gazetenin kaldırılmasını istemişlerdir.

Zaman kendi mecrası içerisinde, kaderi gergef gibi örmeye devam ederken, olaylar su gibi akmaya devam ediyor ve her geçen gün yeni bir sürpriz yaşanıyordu. 1890’lı yılların sonuna gelindiğinde, Hekimbaşının Hasan askerliğini yapmış, Talas’a dönmüş ve ailesiyle birlikte eski işine devam ediyordu. Bu arada, ailesi Hasan’ı evlendirmek için hem kendisini ikna etmeye çalışıyor hem de kız bakmaya devam ediyorlardı.

Ermeni gençleri ile askere gitmeden önce yaşadıkları olaylar ve Ermenilerin yaşatmaya devam ettikleri husumetler son bulmamış, her fırsatta yol kesmeye, tehditler savurmaya ve hatta saldırmaya başlamışlardı. Bu arada, iki Ermeni vatandaşının kaybolduğu, bütün aramalara rağmen bulunamadığı ve aile efradının perişan olduğu söylemi Talas’ta dilden dile dolaşır.

Bir yandan bu söylenti yayılırken, bir yandan da bu Ermenilerin kaybolmasına Hekimbaşı Hasan’ın sebep olduğu, söylentisi yayılır. Daha sonra ki yıllarda, kaybolduğu iddia edilen Ermenilerin Talas’dan göç ederek İstanbul’a yerleştikleri anlaşılacaktır. Ama, Ermeniler bu insanları koz olarak kullanarak fitne, fesat ve dedikoduyu artırırlar.

Asıl amacı, Hekimbaşının Hasan gibi bir yiğit, bir civan, bir korkusuz Türk gencinden kurtulmak olan bu dedikodu, Kayseri’ye taşınır ve orada yer bulur. Kayseri’deki Ermenilerin ileri gelenleri ve Valilikte etkin olanlar, kolluk kuvvetlerinin harekete geçmesi ve Hekimbaşı Hasan’ın cezalandırılmasını isterler. Tezvirat öylesine yayılır ki,  merkezi yönetim konuyu araştırmaktan başka çare bulamaz.

Kolluk kuvvetlerinden Jandarma görevlendirilir ve bir gün bir Jandarma Yüzbaşısı bir müfreze asker ile Talas Harman Mahallesindeki meydana gelir. Orada bulunan kalabalığa, Hekimbaşının  Hasan’ın oturduğu evi sorar. Ermeniler hemen öne çıkarak, “evi bildiklerini ve askerleri götürebileceklerini” söylerler. Yüzbaşı  onlara “siz gelmeyin, bana tarif edin yeter” der. Karataş sokağını tarif ederler ve komutan onların refakat etmelerini yasaklar. 

Harman Mahallesinde Türklerin oturduğu tek sokak olan Karataş Sokağa gelen askerler, o sırada Hekimbaşıların evinden çıkan bir delikanlı (Hekimbaşının Hasan) ile karşılaşır. Komutan, delikanlıya sorar;

  • Hekimbaşının Hasan burada mı oturuyor? (Komutan bunları söylerken, kaşlarını yukarı doğru birkaç kez kaldırarak hem uyarmak, hem de bir mesaj vermeye çalışır…)
  • Burada yok, Çardak başında bahçeye çalışmaya gitti.
  • Öyle mi, biz o zaman hem kahvelere bakalım hem de bahçeye bakalım.

Kayseri ve çevresi ile Talas’ta yaşanan hayatın hassasiyetlerine vakıf olan Yüzbaşı Komutan askerleriyle beraber, Karataş Sokağından ayrılırlar. Bunun üzerine, başına örülen çorabın farkına varan Hekimbaşının Hasan, hemen o gün sabaha kadar gerekli hazırlıklarını yaparak, ertesi gün şafak vakti “al atına” binerek Talas’tan ayrılmak zorunda kalır.

Zaman zaman jandarma tarafından aranan bazı insanların, kaçarak Toroslara gittiğine dair hikayeler, halk arasında konuşulmaktadır. Hekimbaşının Hasan’da soluğunu, Adana yolu üzerindeki Toroslara bağlı Tekir yaylasında alır. Beş yıl boyunca Toroslarda dolaşır. Çukurova’da Türk köylülere kan kusturan Ermeni çetecilerle mücadeleye girişirler, defalarca yaralanır. Çukurova’da ki Adana ve Mersin dolaylarındaki yaylalarda, Türkmenlerin himayesinde yaşamlarını sürdürürler. 

Diğer Makaleler